Çocuk Sahibi Olmak…
Bu gün herhangi bir haber programında, gazete de ya da yaşadığımız yakın çevrede nelere tanık oluyoruz? Tecavüz, cinayet, gasp, yaralama, kaçırma, hırsızlık…
Ne kadar da basit ne kadar da hayatın içinden ne kadar da alışılmış olaylar değil mi?
Gündelik…
Hayır değil. Bu durumların hiçbiri kabul edilebilir olaylar değil. Benzer durumların sıklığı olayları ve sorumlularını haklı çıkaramaz.
Peki, kimdir bu sorumlular? İzlerken yargılarken lanetler ettiğimiz, sosyal medyada yerin dibine soktuğumuz bu canileri yaratan sorumlular kimler?
Bizler; anneler babalar ve eğitimciler.
Bizim halkımızda o kadar alışılmış bir tabir vardır ki 2 çocuk sahibiyim denir mesela. Ne kadar da masum bir cümle.
İşte gazete manşetlerini yaratan, çocuklarımızın karşısına çıkmamaları için dua ettiğimiz o canileri doğuran en temel deki bu inanıştır.
Bu haksız ve yersiz sahiplenme duygumuz. Önce oyuncaklarımızı sahipleniyoruz. Asla paylaşmıyor sıkılsak bile kimseye vermeye, atmaya kıyamıyor hele bir de komşunun çocuğu tarafından beğenildiyse de gözümüzde ki değerine değer katıyoruz. Bütün oyuncaklar, en güzelleri en pahalıları bizim olmalı.
Sonra öğretmenimizi sahipleniyoruz. Sınıftaki 40 kişiden daha fazla bizimle ilgilenmeli sadece bizi sevmeli. Bunu istiyor ve bekliyoruz. Öğretmenin tayini çıkarsa, evlenirse, doğum yaparsa ya da başka bir okula geçerse Yerle yeksan oluyor hayatımız kararıyor. Değişime direncimiz burada başlıyor. Sadece o yaştaki öğrenciden bahsetmiyorum aynı duyguları veliler de yaşıyor ve bizzat çocuklarına da yaşatıyor.
Sonra arkadaşlarımızı sahipleniyoruz. Asla bizden daha yakın başka bir arkadaşı olmasına tahammül edemiyor her zaman tek olmak istiyoruz. Biz her konuda ona yeteriz ne de olsa.
Sonra iş yerimizi ve koltuğumuzu sahipleniyoruz. Zaten dünyada ki tek şirket orası ve bir şekilde ayrılırsak mümkün değil başka bir iş bulmak. Bu nedenle de koltuğu ve şirketi kaptırmamak için hem eziliyor hem de eziyoruz.
Sonra evlendiğimiz kadını adamı sahipleniyoruz. Bundan önceki hayatı, işi, arkadaşları yok hiç olmadı hiçbirini görmeye tanımaya gerek yok. Zaten onun da bunları talep etmeye hakkı yok. Artık bizden ayrılması söz konusu bile değil ölene kadar şartlar koşullar duygular ne kadar değişirse değişsin sahiplendik bir kere ölsek vazgeçmeyiz nitekim de vazgeçmek isteyen sonunda zaten ölüyor.
Hani izlerken bu kadar cani bu kadar nefret ve kin dolu bu kadar sapık zihniyet nerede yetişiyor diye soruyoruz ya sormayalım.
İşte o kırık oyuncağından vazgeçemeyen o masum çocuk büyüdü.
Kendisine arkadaş seçtiği kişinin başka bir arkadaşı olmasına tahammül edemeyen çocuk büyüdü.
Maaşını kaybetmemek için ezen ezilen genç büyüdü.
Evlendi diye yaklaşık 30 yıllık yaşamından, ailesinden, arkadaşlarından, alışkanlıklarından vazgeçmek her koşulda değişmek zorunda kalan yetişkin büyüdü.
Artık her istediğimizi yapma, herkesi sahiplenme ve gereken cezayı verme hakkına SAHİP OLDUK.
Peki, ne zaman değişir bu döngü?
Çocuklarımıza doğru yol arkadaşlığı yapmaya başladığımız da. Gerçek anne ve baba olduğumuz da.
Nedir gerçek anne baba olmak?
Önce kendinden sonrada yetiştirdiğin çocuktan sorumlu hissetmektir.
Çocuğuna bile lafında ki “ bile” yi atabilmektir. Dünyaya getirdiğin ya da evlat edindiğin kişinin sahibi olmaktan ve öyle davranmaktan vazgeçmektir. Kendi yapamadıklarını yaptırmaya çalışmaktan, onun adına kararlar vermekten, her durumda koruyup kollamak, her başına iş açtığında arkasını toplamaktan, her koşulda haklı çıkarma gayretinden vazgeçmektir.
Önce Kendini sonra insanları, hayvanları doğayı sevmeyi göstermektir. Önüne hep hazır oyuncaklar koymak yerine oyunlar üretmesini sağlamaktır. Zorla yemek yedirmeye çalışmak yerine acıktığı zaman yemek yapmasına fırsat tanımaktır. Düşünmeyi öğretmek, inandığı değerler uğruna yalnız kalabilme cesareti aşılamak, gücün güçsüz durumdakini ezmekten, paradan mevkiden değil kendi kalbinden geldiğini göstermektir.
Bilginin ve okumanın değerini anlatabilmektir. En başta inandığı dinin kitabını okumasını sağlamak sonra hareket ve seçimlerinde özgür bırakmaktır.
Oku oku oku … size bir şey anımsattı mı ?
Bütün bunları yapabilmenin tek yolu da önce kendimizin bu koşulara uygun yaşıyor ve davranıyor olmamızdır. Çocuklar bizde görmez sadece duyarsa amacımıza ulaşamaz yine bir dayatma tuzağına düşmüş oluruz.
Şu nu asla unutmayalım;
Biz de doğursak, emanet de edilmiş olsa çocuklarımızın yanımızda geçireceği kısıtlı bir süre var. Ve bizim sorumluluğumuz bu süre boyunca onlara rehberlik edebilmek. Hepsi er yada geç büyüyor ve kendi yaşamlarını deneyimlemeye başlıyor. İşte bu nedenle bizlere düşen her çocuğu kendi çocuğumuz bilmek , ve onlara sevmeyi saygı duymayı seçim yapabilmeyi , okumayı öğretmek.
Dünyanın hangi ülkesine giderseniz gidin siyasi oyunlar, ilaç şirketlerinin ürettiği sahte hastalıklar, çeşitli ekonomik sınıflar ve benzeri durumlar var. Kolektif bir bilinç seviyesine ulaşılamadan bu durum değiştirilemeyeceği için, bizlere düşen başlamak. Yaptıklarımız ve yapmadıklarımız için kendimize bahaneler üretmekten, vicdanlarımızı rahatlatma savaşından, en doğru kararı verme çabasından özgürleşerek dünyayı değiştirmeye çocuklarımızdan başlamak.
Sevgiler,
No comments yet. You should be kind and add one!